DUYGUSAL SİS. NEDİR VE ONUNLA NASIL SAVAŞILIR?


 

İnsanları hayvanlardan ayıran nedir? 

Bu soruyu eskiden cevaplamak zorunda kalsaydım, kesinlikle şunu derdim: asil duygular ve düşünme yeteneği.

 Fikrim değişmedi. Hala bu iki unsurun insanı, ilkel içgüdü ve duyguları paylaştığımız (korku, hayatta kalma içgüdüsü, açlık, susuzluk, üreme içgüdüsü, yakınlık arayışı...) bir hayvandan daha fazlası yaptığını düşünüyorum. 

Ve bu bir gerçek. En azından potansiyel olarak. 

Bununla birlikte, gerçekte, bizi aşağı olduğunu düşündüğümüz diğer hayvanlardan gerçekten ayıran bir duygu ve düşünce sistemi geliştirdiğimizden o kadar emin miyiz?

Bu konuda birçok şüphem var.

Aslında, kendimi ve başkalarını gözlemlerken, beş duyumuzla doğru hissedebiliyoruz ve bize dışarıdan veya içeriden çarpan uyaranları doğru yorumlayabiliyoruz  (açım, acıktım, soğuk, uykum geldi, hava sıcak). Fakat duygulara gelince işler karışıyor. Ve daha da fazlası, sözde "düşünme" devreye girdiğinde. Nitekim öyle görünüyor ki, insanoğlu duyguları hissetmeyi veya doğru düşünmeyi, yani temiz, net ve işlevsel olmayı nadiren biliyor. Çoğu zaman belirli bir durumda hissettiklerimiz veya düşündüklerimiz, duygusal veya zihinsel tepkilerimizi yönlendiren bir inançlar, beklentiler, geçmiş travmalar, ilkeler ve idealler sistemi tarafından kirlenir, etkilenir ve çarpıtılır.

Şimdi daha iyi açıklayayım.

Geçmişte yaşadıklarımız (hatta bazıları geçmiş yaşamlarda söylüyor!), bize anlatılanlar, nesilden nesile aktarılanlar, aile hikayeleri, anne babamızın sözleri, üzerimize yapıştırılan etiketler, dini inançlar veya başka bir düşünce sistemi, bir zamanlar ihtiyacımız olduğu için tutunduğumuz fikirler, savunma sistemleri, kalıplaşmış sözler, içselleştirilmiş atasözleri, korkulu, acılı, hatta neşeli deneyimler... katı ve dokunulmaz, sorgulanamaz bir paket olusturdu ki içimizde, bu paket bizi yonetiyor ve kim olacağımıza karar veriyor. 


Yanlışlıkla o duyugular ve duşunceler paketi "biz" olduğumuzu düşünüyoruz. Hatta günler geçince, sanki birlikte büyümüşüz gibi! Bizim bir parçamız oldu. Onu seviyoruz. Bazen bize acı çekse ya da başımızı belaya soksa da ondan vazgeçmek istemiyoruz. O fikirler ve duyugular paketi olduğumu düşünürsem, onu parçalara ayırmaya nasıl cesaret edebilirim? Kaldırıldığında geriye ne kalacak?

Bu yüzden genellikle siyam ikizleri gibi onun yanında yaşıyoruz. Bedelini ödüyoruz ve neredeyse mutluyuz. Her günün bizim yerimize konuşması önemli değil. Otomatik ve renksiz oyununu dayatması önemli değil. Arkasına saklanmak zorunda kalsak da önemli değil çünkü o kadar hantal ki başka hiçbir şeye yer yok. Bunun normal olduğuna inanıyoruz.

Ama öyle değil.

Biz arkasındaki olanız!

Ve bu paketin günlük hayatımıza etkisi nedir?

Tibetli Üstadın cazibe ve yanılsama dediği şey budur. İyi anlaşılması gereken çok önemli iki kavram. 

Duygular açısından cazibeden ve düşünce açısından yanılsama olarak konuşuyoruz. Bunlar iki benzer fenomendir, ancak bazı farklılıklar vardır. İlki aslında duygusal bedenimizle (astral beden olarak da adlandırılır) ilgilidir; ikincisi zihinsel bedenle ilgilidir.

Çok fazla abartılı detaya girmeden, az önce bahsettiğimiz o "paket"in varlığının hissetmemize temiz ve özgür ya da işlevsel düşünmemize izin vermediğini söyleyebiliriz. Bizi şartlandırıyor. Algılarımızı veya onlar hakkında yaptığımız yorumu değiştiriyor. 

Söz konusu paketi, arabanızla önünüzdeki yol arasında duran kalın bir sis tabakası olarak hayal edin. Yolu göremiyorsanız nasıl güvenle ilerleyebilirsiniz?
Çok zor olur! Ve genellikle yanlış yöne gidersiniz. 

Bu inançlar ve sabit fikirler , bizi kör eden kalın bir sis tabakası.

Ve hep o sisin içinde yaşadığımız için, bunun normal olduğunu düşünüyoruz. Tıpkı görme kusuru nedeniyle sadece gölgeleri ve birkaç sönük ışığı görebilen ve hiçbir zaman net göremediği için bunun gerçek olduğunu zanneden bir çocuk gibi. Ancak ameliyattan sonra bulanık görmesi ile gerçeği arasında ne kadar fark olduğunu anlayacaktır.

Biz de öyleyiz; tıpkı o çocuk gibi. Göremiyoruz ya da az ve kötü görüyoruz ama iyi gördüğümüzü sanıyoruz. Ne kadar küstah! Ve gerçeklerden ne kadar uzaktayız.

Bunu ancak camları temizlemeye başladığımızda fark etmeye başlarız. Ve böylece, etrafımızdaki sis farkına vardığında, o yorucu ve uzun odaklanma, temizleme ve tüm kesinliklerimizi sorgulama işi başlarız. Bazen ürkütücü çünkü gerçek, sandığımızdan çok farklı. İlk başta, hiç bir şey görmediğinizi fark ettiğinizde de hayal kırıklığı yaratabilir. Sonunda bir şeye göz atmaya başladığınızda inanılmaz bir yolculuk!

Bu işe nasıl başlanır? Sisi çözmek için ne yapmalıyız?

Sadece sisli olduğu yere ışık getirmek için kullanılabilecek bir "çalişma" yöntemi vardır. Her birimizin öğrenebileceği ve günlük olarak kullanabileceği bir yöntem. Aslında hayat her gün bize zor, acı veren bir dizi olay, sürtüşme, uyumsuzluk hissettiğimiz ve bizi zor durumda bırakan durumlar sunduğunu hatırlamakta fayda var. Büyük düşünmenize gerek yok. Her zaman söylediğim gibi, küçük örnekler en iyisidir. Başınıza gelen, önemsemediğimi söylediğiniz ama sonra tekrar tekrar aklınıza gelen, veya hiç bitmeyen bir zihinsel karamsarlığa neden olan, o tür olayları hatırlıyor musunuz? Yüzlerce örnek vardır...Onları kassediyorum!

1. Bu yöntemin ilk adımı, her zaman olduğu gibi, kendinizle ilgili bir şeyi değiştirmek için ciddi ve dürüst bir niyete sahip olmaktır. Mutsuz olmak yetmez. Rahatsızlığa çözüm bulmayı istemek yeterli değildir. Bir iç iradeye ihtiyaç vardır.

Ve her şeyden önce, "sorunumuz" her zaman içimizde olduğunu ve harekete geçmemiz gereken yerin orası olduğunu anlama niyetine ihtiyacımız var. Biz elendiğimiz sürece, suçu başkasına atmaya devam ettiğimiz sürece bu yöntem uygulanamaz. Ve dünyadaki en iyi nedenlere veya masumiyetinizi kanıtlayan somut kanıtlara sahip olduğunuzu düşünmeniz önemli değil. Nokta başkadır. Sadece kendimiz üzerinde hareket edebiliriz ve asla başkaları deyişteremeyiz. Ve her şeyden önce, eğer bu olay benim kuantum alanıma (genellikle "hayatım" denir) girerse, gizlediği öğretiyi tahmin edene kadar keşfetmem, analiz etmem gereken bir sebep olacağını kabul etmek çok önemli.

Ne zaman bir şey olursa, şikayet ederek veya onu yaparak zaman kaybetmek yerine kendinize şunu sorun: "BENİM BUNA NE İÇİN İHTİYACIM VAR? BANA NE GÖSTERİYOR? NE ÖĞRENMELİYİM?".

Göründüğünden daha zor ve zaten büyük bir bencillik dilimini bir kenara bırakmayı gerektiren bu noktaya geldikten sonra, ikinci noktaya geçebiliriz.

2. Beni etkileyen olayı analiz etmek. Ne oldu? Kim oynadıNe söylendi? Ve nasıl tepki verdim? 

Bunu yapmak için sahadan çıkmanız gerekiyor. Yani, bunu ancak o olayla bağlantılı duygular nötr zemine döndüğünde yapabileceksiniz. Çok kızgınsanız, çok hayal kırıklığına uğramışsanız, çok üzgünseniz… kendin içine dönemezsiniz. Duygularıniz sakinleşmesi ve kabul edilebilir bir düzeye dönmesi için kendinize zaman ayırmanız gerekecek. Duygularımız bazen, hatta çokça yükselen dalgalar gibidir; bir tsunami de içimizde meydana gelebilir, ancak kesin ve fizyolojik bir gerçek var, dalganın er ya da geç yatışacağıdır.


Kendinize zaman tanı, güvenle ve sabırla beklemeyi bilin. Ve sonra, mümkün olduğunda, içeri girin ve ne olduğunu analiz etmeye devam edin. O olayı yaşamış biri olarak değil, ancak sağlıklı tarafsızlıkla onu dışarıdan gözlemleyen biri olarak, gözlenin.

Daha kolay anlaşılması için kişisel bir örnek vereceğim. Bu sabah ben mutfaktayken oğlum (8 yaşında) içeri girdi ve ona Epifani bayramı için aldığım büyük bir paket sakız'ı tüm sınıf arkadaşlarına dağıtmak için okula getirmek istediğini söyledi. Çocukların sakız çiğnemesine izin verilip verilmediğini bilmediğimiz için yapamayacağını söyledim. Her şeye hayır diyorum diyerek sinirlendi, bağırarak odadan çıktı, şikayet etmek için babasına gitti. O sırada ben alevlendim ve bu sefer sessizce tıraş olan kocama nedenlerimi öfkeyle bağırdım. Oğlum veda bile etmeden evden kızgın ve sinirli ayrıldı. Bu benim olay analizim. Temiz, yorum veya yargılamadan arınmış. Benim için olan buydu.

3. Şimdi işin özüne gelelim. Gerçek kâşifler gibi biz de gidip yaşanan olay sırasında hissedilen duyguları bulmalıyız. Ne hissettim? Bunu nerede hissettim? Ve hangi yoğunluk seviyesinde?


Örneğimde, rahatsızlık hissettiğimi fark ettim. Ama bu bizim için yeterli değil. Cesur ve dürüst olmalıyız, derinlere inmeli ve hissettiğimiz ilk duyguya ulaşmalıyız. Benim durumumda, "korku". Evet, eminim korku hissetmiştim. 

Ancak başka bir şey olmadığından emin olduğumuzda dördüncü noktaya geçiyoruz.

4. Duyguları bulduktan sonra (benim örneğimde korkuydu) düşüncelerin yerini belirlemeye geçelim.


Korku hissederken ne düşündüm? Bunu yapmak kolay olmayabilir. Biraz zaman gerekebilir. İlk birkaç seferde duygularınızı veya düşüncelerinizi bulamazsanız cesaretiniz kırılmasın!

Örneğimde, korkuyla birlikte hemen düşündüğüm şey (kimin önce geldiğini belirlemek zor: duygu mu yoksa düşünce mi?) şuydu: "Sakız tehlikelidir". 

Bütün bunlar birkaç mikro saniye içinde olur. Artık bu iş neden zor olduğunu anlıyor musunuz? Sonucu takip etmek çok fazla hassasiyet ve irade gerektirir. 

5. Temel duygu ve düşünceleri bulduktan sonra daha önce bahsettiğimiz meşhur pakete yani sise tabakasına girmeniz gerekiyor. Aslında, neden belirli bir duyguyu hissettiğimin ve neden tam da bu düşünceye sahip olduğumun cevaplarını içinde bulacağız.

Bu durumda cesaret ister.


Oraya ancak cesur bir yürek girebilir. Çünkü orası en kötü anılarımız olduğu yer. Yaralar, travmlar, göz yaşları, adaletsizlikler... Kim böyle bir yerde vakit geçirmek ister ki?

Ama başka seçeneğimiz yok! Cevaplarımız hepsi orada.

Benim durumumda, örneğin, kazarken, mutfakta televizyonda çizgi film izleyen ve ağzında sakızını çiğneyen yaklaşık 5 yaşında küçük bir beni buluyorum. Çok dikkatli çiniyor çünkü ona birçok kez sakız tehlikeli olduğu ve yutulmaması gerektiği çünkü sizi boğabileceği söylendi ve midenize bir kez girdiğinde nasıl bir etkisi olabileceğini bilmiyoruz diye uyarıldı. Ancak buna rağmen, bir noktada sakız boğazından aşağı kayar ve ben olan o küçük kız, o rezil sakız aşağı kayacak mı, düşecek mi, ölecek mi diye beklemekten nefessiz kalmasını sağlayan bir korku hisseder. Boğulmuş ya da değil ve bu ilk engel aşıldığında şiddetli ülseri olup olmayacağı düşünüyor! İnanılmaz görünüyor, ama o korkuyu hala hatırlıyorum ve bu yüzden bir daha asla sakız çiğnemedim. Ve muhtemelen bu yüzden çocuklarım için genellikle onları satın almıyorum. Ve yine bu nedenle olsa gerek, ağızlarına aldıklarında onları tehlikeye karşı uyarıyorum ve kendimi güvenle hissetmiyorum. Yani, muhtemelen bu yüzden bu sabah korktum! Hatta düşüncelerime giderek daha fazla girerken bulduğum tırmanış şuydu: "Sakız tehlikelidir", "O sakızı çocuklarıma ben aldım", "Okuldaki çocuklar boğulabilir", "Benim hatam olur" eğer boğulurlarsa".

Bunun nereye gittiğini anlıyor musunuz? Ve bu sadece bu sabah mutfağımda meydana gelen önemsiz bir olayın sonucu olarak! Çok daha ciddi olaylar olduğunda içimizde neler hareket edebilir bir düşünün.

Şimdi ne yapmalıyız?

6.Bu aşamaya gelindiğinde iş çok ilgi çekici hale gelir. Aslında buraya kadar geldiysek, genellikle gölgelerde yaşayan o ünlü paketin bir köşesine ışık tutabilme ayrıcalığına sahip olduk. Orada kendimle ilgili ne buldum: "Sevilen başkalarını incitmekten korkarım". Kendimle ilgili keşfettiğim gerçek bu. Bunu birbirimize söyleyebilmek için az önce bahsettiğimiz bireysel cesaret ve dürüstlüğün yetmez. Genelleme yeteneği de gerekiyor.

Yani, benim durumumda sakız korkusundan yola çıkarsak, genelleme yaparak, yani çemberi ve bakışı genişleterek, tüm diğerlerini kapsayan daha büyük bir korkuya varırız: "başkaları için tehlikeli olma". Burada çalışma alanı geniş, isterseniz ve kapasiteniz varsa daha aşağılara inip düşünce için başka önemli besin bulabilirsiniz. Örneğin: korkum çocuklarla mı yoksa tüm insanlarla mı ilgili? Yoksa benim yüzümden birinin öleceğinden mi korkuyorum? Evet ise, neden? Hayatımda bunun olduğu bir olay olabilir mi? Ne kadar ileri gideceğin size kalmış.

Bu keşif çalışması yaptıktan sonra içimizin kendi kendini iyileştiriyor. Aslında, insanlar genellikle yıllarca, bazen sonsuza dek süren bu duygu veya düşüncelerden birine odaklandıklarında rahatlarlar. 

7. Bu noktada dikiş işine geçebiliriz. Yaralı yeri bulduk, yarayı açtık, tahlilini yaptık, temizledik, artık kapatabiliriz. Nasıl? Genellikle bulduğum şeyin kabulü zaten kendi içinde bir kapanıştır. Bu gerçeği kabullenmekte zorlanıyorsanız, bu her şeyin yüzeye çıkmadığı anlamına gelir. Bu yüzden tekrar aşağı inmek en iyisi. Öte yandan, iş iyi yapılmışsa, bunu genellikle kabullenme, bazen de kendimizin veya başkaları için bağışlama demek.


Peki tüm bunların etrafımızda olup bitenleri ne kadar etkilediğini görüyor musunuz? İçimde bu korku olmasaydı ve bu korku, o biçimde gerçekliğe bakışımı perdelemeseydi, bu sabah mutfağımda neler olabilirdi? Oğlum talebini yapacaktı. İki seçeneğim olurdu: evet ya da hayır de. Büyük olasılıkla yine de hayır derdim çünkü çocuklara ebeveynlerinin izni olmadan çiğnemeleri için bir şeyler vermenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Ama korku hissetmezdim. Nedenlerimi sakince söylerdim. Belki oğlum yine de kızacaktı ya da olmayacaktı, çünkü farklı olduğumuzda diğerinin tepkileri derinden değişiyor. Kararımda kararlı olurdum. Herhangi bir alevlenme olmayacaktı. Kendimi tehdit altında hissetmezdim, sesimi yükseltmeye gerek duymazdım, sebeplerimi haykırmazdım, her şey bir "hayır"la, bir takım şikayetlerle biterdi belki. Oğlum saldırıya uğradığını hissetmez ve kendini savunmazdı.

Büyük bir fark var, değil mi?!


Commenti

Post più popolari